Her milletin kendine özgü mitolojik hikâyeleri vardır. Yunan mitolojisinde Tanrılar tanrısı Zeus
un inanılmaz hikayeleri mesela… Ya da Romalıların tanrıçaları… Hatta Mısır lıların öldükten sonra
tekrar dünyaya gelebilmeleri için mumyaları, piramit şeklinde ki inanılmaz kral mezarları… Örnekler o
kadar çok ki.. Üstelik birçoğu da birbirini tekrarlar ve benzerlikler gösterir. Nedir bu mitoloji…
Tarihçiler şöyle diyor: “Mitoloji, belirli bir din veya kültürdeki insanlık ile evrenin yaratılış ve doğasını,
geleneklere özgü inanç ve uygulamaların sebebini açıklamaya yönelik söylencelerin tümüdür.”
“ Mit sözcüğü gerçekte doğru olmayan bir hikâye veya anlatı için tercih edilir. Çoğunlukla
bir yanlışlık, doğru olmayan unsur vurgusu barındırır. Masalsı bir dille de kuşaktan kuşağa aktarılır.”
Bende bu bilgiler ışığında Türk Mitolojisini elde ki kaynaklardan araştırdım ve inceledim. Ve
bu muhteşem hikâyeyi kurgulayıp, içine hepimizin yüreğini ısıtacak bir öykü yerleştirip öyle anlatayım
dedim. Kim bilir belki de bizim Mitolojimizin gerçek hikâyesi böyle bir şeydir.
Orta Asya’nın bozkırlarında başlar hikaye… Kahramanımız Nek, o saf, o duygusal ama bir o
kadar da güçlü, karşısında kimsenin duramadığı büyük savaşçı, hiç ummadığı bir anda muhteşem
derecede güzel, bir çiçek kadar narin, ruhunun zarafeti yüzüne vurmuş bir ay parçası olan prenses
Lin’le karşılaşır.